ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE TÜRKİYE’DE ÂŞIKLIK VE ÂŞIKLIK GELENEĞİ
Âşıklık and Tradition of Âşıklık in Turkey Through the Historical Process

Şergiyye HEZİYEVA1

Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies,
Cilt: X, Sayı 1, Sayfa:81-89, İZMİR 2010.

Özet

Âşık, içinde yaşadığı toplumun, ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal olaylar
karşısındaki duygu ve düşüncelerini aktarandır. Dünle yarın arasında bu gün bir köprüdür.
Âşıklar, âşıklık geleneğini geçmişten günümüze taşıyanlardır. Türk âşıklık geleneği usta-
çırak ilişkisine dayanmaktadır. Bu geleneğin temsilcileri olan âşıklar ustalarından
öğrendiklerini, bir anlamda usta mallarını, çırakları vasıtasıyla geleceğe taşımaktadırlar.
Geçmişten günümüze söz medeniyetimize büyük katkıları bulunan âşıklarımızı ve âşıklık
sanatını, 20. yüzyıl ve daha sonraki yüzyıllara aktarmak için bu geleneğe sahip çıkılmalıdır.
Bu çalışmada Türkiye’de âşıklık ve âşıklık geleneğinin tarihi süreci ele alınmış, söz konusu
geleneğin geleceğe taşınmasının önemi üzerinde durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Âşık, âşıklık geleneği, Anadolu’da âşıklık, Âşık Tarzı Türk

Şiiri.

Abstract

The lover is the one who tranfers the feelings and thougts of the society-he lives
in-on the face of economic, social, cultural and political events.Today, it is a bridge
between yesterday and tomorrow.The lovers are the ones who carry the devotion custom
from past to nowadays.Turkish devotion custom is based on the mentor system.The lovers
who are the agents of this custom carry the stuff they have learnt -in a sense master goods-
from their masters to the future via apprentices.In order to transfer our lovers -who have
made great contributions to our speech civilization from past to nowadays- and devotion art
to 20th century and the following centuries, this custom should be protected. In this work,
the historical process of devotion and devotion custom are dealed, the transfer of this
custom to the future is emphasized.

Key Words: Lover, devotion custom, devotion in Anatolia, the lover style in
Turkish poem

Bir Türk atasözünde “Dil sözü kulaklara, kalem ise uzaklara götürür.” düşüncesinden hareketle
sözü kulaktan kulağa aktaranlar özellikle 19. yüzyılın sonlarına kadar halk âşıkları olmuşlardır. Halk
âşıkları yüzyıllar önce yaşamış âşıkları, kendi zamanlarında yaşamış âşıklar gibi onlardan aldıkları
ilhamla âşıklık geleneğini bir bayrak gibi yüreklerinde taşıyarak kendilerinden önce hangi kıymette
aldılarsa kendilerinden sonra gelecekler âşıklara da daha fazla bir kıymetle aktarmaya çalışmışlardır.

1.    Âşık

Âşık, içinde yaşadığı toplumun, ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal olaylar karşısındaki
duygu ve düşüncelerine her çağda, her ortamda tercüman oluşmuştur. Halkın çeşitli olaylar karsısındaki
his ve duygu, düşünce ve tepkilerini ifade ederken de onun öz, sade konuşma dilini son derece ustalıkla
kullanmıştır.

Âşık, toplumun, sosyal ve kültürel yaşamına büyük etki yapan dinî inanışında bir ölçüyle
önderliğini yapmış, yayılıp kökleşmesine katkıda bulunmuştur. Âşık, her devirde içinde yaşadığı
toplumun gelenek ve törelerinin dinî inanışla bütünleşmesini sağlamıştır. Bunu yaparken de dinî inanışa
bağlı ve saygılı kalmakla beraber bazı sert ve katı yönlerini yumuşatmayı ve halka sevdirmeyi
başarmıştır. Bu başarı gücü ile de sözlü halk edebiyatının çeşitli dallardaki ürünlerini vermiştir.

Kuşkusuz âşıkların yaratmış olduğu sözlü halk edebiyatının önemli ürünlerinin önde gelenleri
hikâye ve destanlardır. Âşık, halkın zamanın gelişimi içindeki duygu ve düşüncelerinin ifadesi olarak
yaratmış olduğu kahramanlık destanlarını ve muhabbet (aşk) hikâyelerini halkın içinde ve halkla beraber
yaşatarak günümüze dek getirmiştir. Bu sayede de geleneksel halk kültürünü yaşatmış, mektep, medrese
ve okulun bulunmadığı çağlardan bu güne kadar halkın eğitimine büyük katkıda bulunmuşlardır.2 Çünkü
âşıklar toplumun önde gidenleri, sözleri ve öğütlerinden ders çıkarılan şahsiyetleri olmuşlardır.

Âşık kelimesinin kullanılması ve Oğuz şair çalgıcılarına verilen Ozan tabiri tekke edebiyatının
tesiri altında olmuştur. Çünkü mutasavvıf şairler 13. asırdan beri kendilerini diğer şairlerden ayırmak, bu
suretle ilham kaynaklarının kutsi ve ilahi mahiyetini göstermek için âşık unvanını kullanıyorlardı.3

2.    Anadolu’da Âşıklık

Anadolu’nun muhtelif köşelerinde, hatta bugün bile âşık unvanını taşıyan ve çaldığı sazla
kendisinin veya başkalarının şiirlerini terennüm eden şair çalgıcılara yani saz şairlerine tesadüf
olunmaktadır. Panayırlarda, kahvehanelerde, düğünlerde, umumi toplantılarda, eskiden daha sık
rastlandığı halde, yirmi yıldan beri gittikçe azalan içtimai mevkilerini ve ehemmiyetlerini kaybeden bu
âşıklar, Osmanlı İmparatorluğu memleketlerinde hatta Tanzimat’tan sonra bile, XX. Asır başlarına kadar,
mühim bir mesleki zümre hâlinde devam etmekte ve imparatorluğun her tarafından bunlara tesadüf
olunmakta idi.4 İçinde yaşadığımız yüzyılda dahi âşıklık geleneği eski ihtişamını korumasa da özellikle
Erzurum, Kars, Konya, Adana, Sivas, Erzincan’da düğünlerde, toplantılarda âşık bayramlarında
sürdürülmektedir.

Halk ozanları, Türk toplum hayatı içinde önemli görev yüklenmişlerdir. Yüksek zümrenin, içine
kapanarak halkın anlamadığı, halkı söylemeyen “mazmunlar ve kalıplar” içinde sanat yaptıkları devrede
halkın derdini, davasını, acısını, sevincini söylemiştir. Halk, ümidini, ümitsizliğini; isyanını, isteğini,
kavgasını halk ozanları aracılığı ile onların mısraları ile söyleye gelmiştir.

Ozan, Türk tarihinin başlangıcından beri var olmuştur. Bu halk sanatçılarına çeşitli Türk
kavimleri ayrı ayrı isimler vermişlerdir. Altay Türkleri “Kam”, Kırgızlar “Baksı, Bakşı, Bahşı”, Yakutlar
“Oyun”, Tonguzlar “Şaman”, Oğuz Türkleri ise “Ozan” demişlerdir. Bir zafer sonunda düzenlenen
şölenler ile ölenlerin ardından düzenlenen “yuğ”larda halk sanatçıları gibi görev almışlardır. Türkü ve
güzellemeleri ile halkı eğlendiren, koçaklamaları ile askeri coşturan, “yuğ”larda halkın içindeki acıyı dile
getiren ozan halk içinde ve “devlet katında” her zaman itibar görmüştür.5 Kars yöresi âşıklarından Şeref
Taşlıova ve rahmetli Murat Çobanoğlu’na verilen “Devlet Sanatçısı” unvanı da Osmanlı’dan sonra
Türkiye Cumhuriyetinin de âşıklara verilen itibarlar arasında sayabiliriz. Ayrıca, Kars Belediyesi'nin
organizesiyle dördüncüsü düzenlenen Kafkas Kültürleri Festivali kapsamında kentin girişine yaptırılan

Âşık Şenlik, Âşık Murat Çobanoğlu ve yaşayan âşıklardan Devlet Sanatçısı Şeref Taşlıova'mn heykelleri
törenle Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açıldı.6

Halk kültürümüzün en güzel dallarından birisi de âşıklık sanatıdır. Bu sanatın yaşaması ve
günümüze kadar gelmesi için sayısızca aşığımız emeği ve fedakârlığı olmuştur. Usta çırak ilişkisi
içerisinde devam eden bu ölümsüz sanata bir ömür bağışlayan usta âşıklarımız vardır.7

Halk ozanları, yaşadıkları çevre, zaman aynı olsa dahi çeşitli ayrılıklar gösterirler. Halk ozanları,
birbirinden, kendilerini yetiştiren “usta”ların verdiği “saz ve söz terbiyesi” yanında, konuları işleyiş
şekillerinde, dünya görüşünde birbirlerinden ayrılabilirler Ancak, halk ozanlarının ortak yönleri çok daha
belirgindir.

Halk ozanlarının en büyük özelliği dilde sadelik ilkesine uymuş olmalarıdır. Halk ozanlarından
bir kısmı “aruz” ölçüsüyle şiir yazmış olmalarına karşılık “anlaşılır dil” kullanmayı amaç edinmişlerdir.
Kimi halk ozanları Divan Edebiyatı şairlerinin kullandığı kelime, tamlama ve deyimleri almışlar kimisi de
yerel kelime ve deyimlere eserlerinde yer vermiştir.8

Âşık tarzı dediğimiz belli kaidelere mefhumlara bağlanmış kendi nevi içinde âdeta klasik bir
mahiyet almış şiir nevinin o şekilde devamına artık imkân kalmamıştır. Esasen her sanat şeklinin, maddi
ve manevi muayyen içtimai amiller tesisiyle vücuda geldiğini ve hayatının, o şartların devamına bağlı
olduğunu düşünürsek, bunu daha iyi anlarız.9

Eski ve Orta çağlarda, hatta asrımızda bile âşıklar, halkın toplumsal, kültürel ve siyasi
hayatlarında önemli rol oynamışlardır. Dede Korkut Kitabında Doğu Anadolu’nun bu ünlü ozanı
hakkında şöyle söylenir: “Oğuzun ol kişi tamam bilici idi. Oğuz elinin müşkülünü o hallederdi. Her ne iş
olsa Korkut Ata’ya danışmayınca yapmazlardı. Her ne ki buyursa kabul edilirdi.” Âşık, sadece saz çalıp
türkü okuyan, nükteli sözlerle halkı eğlendiren, aşk, sevgi ve güzelliklerden bahsedip halkın, bedii his ve
duygularını harekete geçiren basit manada bir sanatçı, hikâye ve masal anlatarak halkın vaktini boşa
harcatan kimseler hiç değildir.

Âşık, dinleyicisine temizlik, doğruluk, mertlik, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, düşkünlere,
kimsesizlere yardım, misafirperverlik, bilgi ve kültürün önemi, örf, adet ve geleneklere saygı, yurt ve
millet sevgisi ve çeşitli fazilet duygusu aşılayan, düşman karşısında birleşmenin ve yurt savunmasının
önemi konularında halkı uyanık olmaya sevk eden kişilerdir.10

Şamanizm inancının yaygın olduğu toplumlarda, dinî hüviyetteki kişiler düşüncelerini, içinde
bulundukları ruh hâllerini, güzel ve zihinlerde kalıcı sözlerle çevresindekilere nakletmeye çalışıyorlardı.
Bunu da kulakta hoş name bırakacak ses ve heceleri tekrarlayarak sağlıyorlardı. Nesirden ziyade nazma
başlangıç teşkil edecek olan ilk dinî-edebî terennümler böyle meydana geldi. XV. yüzyıla gelinceye kadar
âşık edebiyatının yerini iki gelenek tutuyordu. Bunlar, destan geleneği ile dinî-mistik edebiyat geleneği
idi. Destan geleneğinin yegâne icracıları ozanlardı. Bugünkü hikâyeci âşıkların yaptıklarını şaman
kültürünün hâkim olduğu devirlerde ozanlar yapıyordu. Ozanlar, duyduğu ve bildiği kahramanlık
olaylarını, zaferleri, felaketleri ve toplumu yakından ilgilendiren meseleleri derleyip nazm etmek, düzüp
koşmakla mükellefti. Bunu kopuz eşliğinde yaparlardı. Ozanların musannif olma özelliklerinin yanında
anlatıcılık vasıfları da vardı. Ayrıca ozanlar, özel toplantılarda (düğün, şenlik) başka edebî türleri
başarıyla uygulardı.11 İslamiyet’in kabulünden önce adı bilinen ilk ozan Çuçu’dur daha sonra adları
sıralananlar ise: Aprınçur Tigin, Kül Tarkan, Sungkllu Seli Tutung, Kiki, Pratyaya, Âşık Tutung, Kalım
Keyşi’dir.12 Ozan sözcüğü, tarih boyunca türlü anlam değişikliğine uğramıştır. Ozanlar, ilk zamanlarda
büyücü, oyuncu, hekim, şarkıcı ve çalgıcı görevlerini yüklenmişlerdi. Sonraları şiirin hem ezgisini, hem
sözünü, hem de çalgıyı anlatır oldu. Üçüncü aşamada şair - çalgıcı yani, kopuzlarıyla şiirler söyleyen halk
şairi anlamına kullanılmaya başlandı.13 Her müzik aleti yapılış bakımından birbirinden farklı olduğu gibi
sesleri, tınıları da birbirlerinden farklıdır. Türklerin ilk müzik aleti sayılan kopuz örnek alınarak birçok
telli sazlar türetilmiştir. İşte bu telli müzik aletlerinden çok az değişime uğrayarak günümüze kadar gelen
ata çalgımız olan saz, âşıkların silahı, yavuklusu olduğundan istedikleri gibi bir saza sahip olmaları için
çok özel bir gayret sarf derler. 19. yüzyıl sonlarında yaşayan Âşık Veysel sazı şöyle tarif eder:

Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkar etme

Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı.

Ben babamı, sen ustanı unutma

şeklinde sazı tariflemiştir.

Sazlar ceviz ağacından yapılmalıdır. Kestane, dut ağacından da olabilir. Büyük sazların
mızrapları öküz boynuzundan, küçüklerinki de kiraz kabuğundan yapılmalıdır. Sazların mümkün mertebe
süslü olmasına önem verilir. Gövde, göğüs sap sedeflerle, kimi de fildişi oymalarla işlenir. Saplarına
püskül, nazarlık hatta bir diş sarımsak asılır. Sazcıya sazı o kadar kıymetlidir ki adeta harimi ve
namusudur. Başka ellere geçmesine katiyken dayanamaz. Anadolu’nun eski adetlerinden biri olan kız
kaçırmak gibi, saz kaçırmak âdeti de eskiydi. Filanların elindeki Koca Sazı filanın kaçırması günün en
önemli meselesini teşkil eder, saz uğruna kavgalar çıkardı.14

Âşık Sazı namıyla maruf olan asıl saz, Divan Sazı’dır. Teknesi iri ve genel uzunluğu hemen
hemen umumiyetle 1.25 cm.dir. 8 ila 12 telli ve 30 perdelidir. Telleri, üçerli olmak üzere dört takım
halinde bağlıdır.15 Halk dediğimiz topluluktan yetişen “Saz Şairi” için de bir değer ölçüsü bulmak
gerekmiş ve halk onlara “Hak Âşığı” “Badeli Âşık” deyimlerini yakıştırmıştır. Halk arasında bu
kimliğiyle tanınan âşık, bağlı bulunduğu topluluğun temaşa ve edebi zevkine göre yetişen yine halkın
tutması ile beslenip gelişen özel bir kabiliyet, bir halk sanatçısı ve eğitimcisidir. Âşıklar kendilerini
çevrelerindeki insanların isteklerine, zevk ve ihtiyaçlarına göre yetiştirmesini bilen kimselerdir. Bunun
için yüzyıllar boyunca hafızalara, zevklere seslenebilmişler; böylelikle, bilhassa Doğu illerimizde yaygın
bir âşıklık mesleği gelişip tutulmuştur.16 Sözlü Hal Edebiyatının hiç şüphesiz yaratıcısı ve yaşatıcısı
bugün toplumumuzda “Saz Şairi” “Halk Şairi” veya “Âşık” adları ile anılan kişiler olmuştur. Sözlü halk
edebiyatının dallara ayrılmamış çeşitli bölümlerini bugün bile öz kişiliğinde yaşatan âşık, tarihin çok eski
devirlerinden bu güne “sanatçı” olarak tanınmıştır. O, çok uzak geçmişte “Ozan” daha sonraları
“Yanşak”, “Kam” ve giderek “Âşık” adı ile anılmıştır.

Âşık, her devirde, kendisinin yaratıp yaşattığı eserlerin hem şairi, hem de bestekârı olmuştur.
Kendisinin dizip koştuğunu, yine kendi buluşu olan makamlarda, zaman süreci içinde değişen çalgı
aletleri ile hem çalmış hem de okumuştur. Âşık edebiyatının çeşitli alanlarda böyle bir beceri gücüne ve
üstün yeteneğe sahip oldukları içindir ki âşıklar, her zaman yaşadıkları toplum içinde geçmişi iyi bilen,
geleceği görebilen geniş dünya görüşüne sahip, bilgili v e önder kişi olarak kabul edilmiş ve öyle
tanınmışlardır. Bu özellik ve yeteneklerinin onlara kazandırdığı örnek davranışlar sayesinde de sözleri,
öğütleri dinlenen, sevgi ve saygı ile karşılanan önder ve saygın kişiler olmuşlardır.17 Günümüz sazın atası
sayılan Kopuz Türk dünyasının en önemli çalgı aletidir. Bir bakıma saz sözün anahtarı olmuştur. Önce
sazın tınısı arkasından da söz dökülmeye başlamıştır.

Dinî- mistik halk edebiyatı geleneğine gelince, bu, sözlü bir gelenekti. XII. yüzyılda Ahmed
Yesevî (? - 1166) ve onun müritleriyle başlayan bu gelenekte şiir, musiki ile birlikte düşünülmüş, birlikte
icra edilmiştir. Bu, bir bakıma önceki devirlerdeki şiir, musiki ve oyunun tezahürü gibiydi. Yesevî
tarikatinde, Allah'a varma yolunda şiirler saz eşliğinde söyleniyor, kimi zaman da, müritler duydukları
heyecanları dinî rakslarla ifade ediyorlardı.18

3.    Âşık Tarzı Türk Şiiri

Âşık tarzı şiir geleneğimizin köklerini, İslamiyet öncesi Türk insanının duygularını dile getirdiği,
ancak pek az örneği günümüze kadar gelebilen eserlerde bulabiliyoruz. Değişik Türk boylarında ozan,
kam, baksı gibi adlarla anılan, ellerinde devirlere göre değişen sazları bulunan sanatkârların ortaya
koyduğu bu eserler, aynı zamanda Türk şiirinin ilk örneklerini de teşkil etmektedir. Bunların günümüze
kadar ulaşabilen nadir örneklerine baktığımız zaman, tespit ettiklerimizden çok evvel ortaya konulmuş,
gelişmiş bir zevkin neticesi olan işlenmiş parçalar olarak görmekteyiz. Örneklerin en çok bulunduğu
Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lügati't-Türk adlı eseri, şekil ve konu bakımından bize oldukça fazla ve
sağlam bilgiler vermektedir.

Çeşitli sebeplere bağlı olarak anayurtlarını terk ederek Anadolu'ya gelen Türkler, beraberlerinde
Orta Asya'nın zevklerini de getirmişlerdir. Bu arada söze dayanan sanatlarını, bu sanatın icrası sırasında
kullanılan musiki aletlerini de ihmal etmemişler, zamanla bunlara Anadolu'ya has yeni bir hava
vermişlerdir. Bu gelenlerin bazıları Anadolu'da da gelişen İslam kültüründen istifade ederek eserlerine,
yeni girdikleri dinin havasını da katmışlardır. Bazıları ise din dışı konuları işleyerek sanatını bu vadide
geliştirmiştir.

Âşık Edebiyatı, Divanü Lügati't-Türk'ten en güzel örneklerini gördüğümüz destan, sagu ve ko¬
şukların zamanla Anadolu'da yeni bir şekil almasıyla meydana gelmiştir. Bu edebiyat henüz filizlenme
çağında iken klasik edebiyatımız oldukça gelişmiş bir durumda idi; ancak ondan tesir alması söz konusu
olmamıştır. Belki bazı benzerlik veya paralellikler bulunabilecektir; onu da Türk insanının ortak zevkinin
değişik bir şekilde tezahürü olarak kabul etmek zorundayız. Divanü Lügati't-Türk'teki bu manzum
parçalarda görülen kafiye düzeni, durak sistemi, hece sayısı, vs. Anadolu'da gözle görülür bir değişikliğe
uğramıştır: bunun neticesi olarak, mesela kafiye düzeni bahsinde, "koşma tipi kafiye düzeni” ve "mani
tipi kafiye düzeni" ortaya çıkmıştır.19

4.    Âşıklık Geleneği

Türk âşıklık geleneğinin dayandığı temel öğretim yöntemi usta-çırak ilişkisidir. Toplumun değer
yargılarından kaynaklanan usta-çırak ilişkisi, tarih boyunca âşıklık geleneğini nesilden nesile intikal
ettiren ve geleneği şekillendiren önemli unsurlardan biri olmuştur. Âşıklık geleneği içerisinde önemli bir
yere sahip olan usta-çırak ilişkisi geçmişten günümüze kadar yaşamış olan âşıklar arasında bilgi, görgü ve
tecrübenin iletimini sağlayan bir köprü vazifesi görmüş, bunun sonucu olarak da âşık kollarının meydana
gelmesini sağlamıştır.

Türk tarihinin en eski devrelerine kadar uzanan “ozan-baksı” geleneğinin bir devamı olan âşık
edebiyatı ile ilgili çalışmalar ancak folklorun Türkiye’de bir bilim dalı olarak kabul edilmesiyle birlikte
yoğunluk kazanmıştır. Âşıklık geleneği ile ilgili ilk ve en önemli çalışmaları M. Fuad Köprülü’nün
yaptığını görmekteyiz. Köprülü’ye göre âşıkların yetiştiği çevreyi bilmeden bu sahaya ait etraflı bilgi
edinilemez. Bundan dolayı âşıkları, dolayısıyla âşık edebiyatını ortaya çıkaran çevreyi öğrenmek gerekir.

Bu fikirden hareket eden Köprülü âşıkların yetiştiği çevreyi ikiye ayırır.20 Şehir muhitinde âşıklar, köy ve
aşiret çevrelerinde âşıklar.

Başka esnaf teşekküllerinde olduğu gibi, âşıklar teşkilâtında da çıraklıktan başlayarak âşık
oluncaya kadar geçirilmesi îcabeden birçok dereceler vardı. Bilhassa, büyük, şöhretli âşıkların etrafında,
saz şairliğine meraklı, istidatlı birçok gençler çırak olarak toplanırlar üstattan mahlâs -yani şiirlerinde
kullanacakları ad- alırlar, âşık olmak için zarurî olan edebî ve meslekî terbiyeyi gördükten sonra fasıllara
girmeye başlarlar, memleket içinde uzun seyahatlere çıkarlar, nihayet âşık olurlardı.

Âşıklık geleneği içerisinde çok önemli bir yeri olan usta-çırak ilişkilerini incelemek bu geleneğin
nasıl oluştuğunu, âşıklık geleneği üzerinde ne gibi etkilere sahip olduğunu araştırmak hiç şüphesiz konu
ile ilgili yapılacak olan diğer çalışmalara da önemli katkılar sağlayacaktır.

Yüzyıllardır devam eden usta-çırak ilişkisi; âşıklık geleneğine estetik bir boyut kazandırmış,
âşıklık geleneğinin icaplarını nesilden nesile taşıyan bir köprü vazifesi görmüş ve böylece de geleneğin
geçmişten geleceğe devamlılığını sağlamıştır. Bugüne kadar âşık edebiyatı hakkında pek çok çalışma
yapılmış ve böylece bu edebiyatın mahiyeti, şahıs kadrosu ve edebî örnekleri aydınlatılmıştır. Bununla
birlikte âşık kollarının oluşmasına zemin hazırlayan usta-çırak ilişkisi de Türk kültür hayatını yansıtması
bakımından aydınlatılması gereken çok önemli bir konudur.

Usta-çırak ilişkisi, âşıklık geleneğinin Türkiye’deki en önemli merkezlerinden biri olan ve bugün
dahi geleneğin canlı olarak yaşadığı Kars yöresi âşıkları tarafından sürdürülmektedir.21

Âşıklık geleneğinin tarihi derinliğine baktığımızda dünyada Türk milletinin var oluşu ile başlar.
Bu başlangıç kendi seyri içerisinde değişik isimlerle Türk coğrafyasında doğduğu gibi yıllardır yaşamaya
devam eder. Bugün ata yurdumuzda bulunan kardeşlerimizin büyük bir kültür erozyonuna uğramalarına
rağmen bu geleneği yaşatmaya devam ediyorlar.

Kırgızistan'da Manas söyleyenler hâlen yaşıyor. Türkmenistan'da Kazakistan'da, Özbekistan'da,
Azerbaycan'da, Tuva'da hatta Amerika'da yaşayan Meluncanlar'da bu köklü Türk sanatını bugün de
görmek mümkündür. Hatta 1960 yılından sonra işçi olarak Avrupa'ya giden Türklerin arasından yetişen
âşıklar da vardır. İşte bu bakışla dünden bugüne kimler geldi kimler geçti. Bu ata sanatımızın piri Dede
Korkut’dur.

Âşıklık geleneği sadece saz çalan, türkü söyleyen sanat dalı değildir. Geçmişte ve hatta
günümüzde bunu biliyoruz ki âşık en saygın ve gittiği yerlerde sedirlerin başköşelerinde yer verilen
kimsedir. Bunun nedeni bir âşık-bilge kişidir; yol gösterendir, şifa dağıtandır, obadan obaya şimdiki
iletişim araçları olmadan önce haber ulaştırandır. Zaman içinde bunu sazla sesle, gördüklerini
destanlaştırarak bir hikâye içinde onun içine şiirlerini türküleştirerek koyan ve ilden ile taşıyandır. Bir yer
de üzücü bir olayla karşılaştığı zaman onu ağıtları ile anlatan, bir yerde bir namerdin mert yiğidi ezdiğini
âlem içinde rüsvay eden ve doğrunun yanında bulunandır. Hikâyeler tasnif eden, onu anlatan, yaşadığı
insanların arasına samimi havalarla sıcaklık, birlik, dirilik; vatan, millet, bayrak aşkını en iyi anlayan ve
anlatan insandır.

Böyle âşıkları, görmek ve tanımak için geçmişten günümüze bunların hangi yoldan nasıl,
nerelerden geldiklerine bakmak gerekir. Yıllar ötesinden günümüze nasıl ulaşmış, usta kimdir? Çırak
nasıl yetişir? Kısa olarak bu gönül okuluna inceliği ile bakalım, usta çırak ilişkileri nasıl başlar, nasıl
yetişir. Çıldırlı Âşık Şenlik diyor ki; "Ustasından ders almayan pirsizdir.”. Diğer bir usta Âşık Posoflu
Âşık Zülali demiş ki;

Ustasından öğüt istersen gönül

Var otur yanında kal ağır ağır

Herkesin ağzından akmaz şeker bal
Düşün de edebin al ağır ağır

Bakarsın yok iken var olduk neden
Vücut yavaş yavaş tam olur beden
Çekirdek topraktan biten bir fidan
Büyüdükçe açar dal ağır ağır

Zülali pirinden öğüt al bari
Başın aşağı tut bakma yukarı
Günde yüzbin çiçek döşüren arı
Kovanında yapar bal ağır ağır

Bir usta âşık, yetiştirdiği çıraklarla anılır ama çıraklığa başlayan âşık olmak için neler yapar, nasıl
başlar? İlkin çırak olmak için ustayı seçmek ve tanımak gerekiyor. Bu seçimi çırak olacak insanın kendisi,
babası veya bir yakını tespit eder. Çevrede adı şanı olan, halk tarafından her yönü ile sevilen usta bir aşığa
çırak olmak için usta aşığın yanına gider: "Ben çırak olmak istiyorum" der. O usta âşık iyice inceler ve
kendine göre bir imtihandan geçirir. Bundan çırağın haberi olmaz. Ona bazı sorular sorar. Yüzüne,
gözüne bakar; oturuşunu, kalkışını inceler. Usta sazını uzatır, eğer saza hemen sarılırsa iyi gözle bakmaz.
"Ne haddime" diye bir söz duyarsa çok sevinir ve ilk imtihanı kazandığını kendi halinde onaylar. Bu genç
veya çocuk yaşta insanı çırak olarak kabul eder ama sesini dinler; şiir, türkü öğrenmeye kabiliyetini ölçer
ve devam eder. Bundan sonra o ustaya çıraklığın ilk merdiveninin ilk basamağını çıkmış olur ve beraber
yanında gezdirir. İlkin saz öğretmeye başlar, sazın ilk perdesini divandan girer ve sonra diğer havaları
öğretir. Ustamalı hikâyeler, şiirler ezberler ve yavaş yavaş yetişir. Usta âşık bunu gittiği köy
düğünlerinde, meclislerde eline sazını verir söyletir. Öğrettiği hikâyeleri anlattırır ve zaman içinde
yetiştiğini görür.22

Türk Edebiyatının bir bölümünü teşkil eden, Âşık Edebiyatının temeli, çok eskilere ve eski Türk
boylarına kadar dayanır. Ortaçağdan beri toplumumuzda saygın bir yeri olan ozanlar, eski Türk
boylarında çeşitli adlarla, halk arasında yardımsever sanatçılar olarak çalışmışlardır.

Ozanlarımız toplumda falcılık, hekimlik, büyücülük, çalgıcılık gibi yetenek ve sanatçılık işleri ile
uğraşan kişilerin torunlarıdır. Aradan geçen yıllar, değişen sosyal ihtiyaçlar ve düşünceler, onların
mesleklerinde de, aynı doğrultuda değişiklikler doğurdu. Bundan dolayı bu sanatçıların, toplumda ki
rolleri de, değişmeye yüz tuttu.

Şüphesiz, bu tür halk sanatçılarının yaptıkları fal, büyücülük, doktorluk ve çalgıcılık gibi
uğraşlarının temelinde, düşküne yardım, iyileştirme, kötülüklerle savaş ve inançları yatmaktadır.
Toplumda da bu inançlarını, sanatsal meziyetleri ile sergiliyor, mutlu oluyor öte yandan 4-5 yüzyıldan
beri yaygınlaşan ozanlığın eski kalıntılarına ve zamanımızda hala, büyücülük, doktorluk yapan âşıklara da
rastlanmaktadır.

Ortaasyada âşıklık geleneğinin ilk ustaları Yanşak, Ram adlarıyla anıldılar. Bu âşıklar,
faaliyetlerini Çögğür, Iğlık ve Kopuz gibi çalgı aletleriyle sürdürdüler. Daha sonra geliştirilen aletlerin
yanında, zamanımıza doğru da adları Ozan, Âşık, Halk Aşığı, Hak Aşığı, Saz Şairi gibi isimlerle, saz ve
bağlama ile toplumdaki etkin yerlerini sağlamlaştırdılar.

Çıldırlı Âşık Şenlik, Narmanlı Sümmani, Kağızmanlı Hıfzı, Posoflu Zülali ve Kağızmanlı Cemal
Hoca'ya rağmen bazı far
klılıklar göze çarpar. Bu farklar, gelişen sosyoekonomik ihtiyaçlar ve inançlar
doğrultusunda düşünce, ozanlık makamları, gibi konularda belirginleşmektedir. Dolayısıyla, günümüzün
saz şairlerinin, kabiliyetleri ölçüsünde, kendilerine yeni uğraşlar buldukları, çağın gereklerine adım
uydurdukları görülmektedir.23

Anadolu halkı, olaylar karşısında mani dediğimiz dörtlüklerle duygularını devamlı dile
getirmişlerdir. Bu türler, günümüze kadar anonim olarak kulaktan kulağa yoluna devam etmiş, halktan
aldıklarını halka veren kaynak durumuna girmişlerdir.

15. yüzyılda Ozan isimli bir âşık ismini duyurmuştur. Bu yüzyılda ayrıca Bahşi'den söz
edilmektedir. 17. yüzyılda önemli halk şairleri yetişmiştir. Kuloğlu, Kayıkçı Kul Mustafa, Karacoğıan,
Âşık Ömer, Gevheri ve Âşık Hasan bunlardan bazılarıdır. 18. yüzyılda, Fasıhi, Şermi, Kabasakal Mehmet
gibi bazı âşıklar öne çıkarken; 19. yüzyılda ise Dertli, Emrah, Bayburtlu Zıhni, Tüccari. Göyçeli Âşık
Elesker, Borçalı Şair Nebi, Hasta Hasan, Âşık Şenlik, Âşık Sümmani, Âşık Zülali gibi âşıklar yemiştir.
Türk kültüründen, âşıklar vasatsıyla diğer bazı milletler de etkilenmiştir.

Saz eşliğinde söyleme; hem ritim bakımından hem de söylemeyi kolaylaştırdığı için Anadolu'da
yaygın hale gelmiştir. Bazı ozanlar kendi hazırladıkları şiirleri, saz eşliğinde icra etmişlerdir. Halkın
duygularına göre şiirler yazıp besteleyerek sanatlarını devam ettirmişlerdir. Bu geleneği hâlâ devam
ettiren birçok ozan vardır. Ancak saz eşliğinde hazırlıksız söz söyleyen, irticalen dörtlükler üreten diğer
kısım da; kendilerine âşık deyimini yakıştırmış, sözlü geleneği böyle devam ettirmişlerdir.

Âşıklık geleneği; halkın gönül duygularının, saz şairlerinin müzik terennümleri ile halkın
belleğine nakşedilerek nesilden nesle aştırılmasıdır. Bu geleneğin temsilcileri olan âşıklar ustalarından
öğrendiklerini, bir anlamda usta mallarını, çırakları vasıtasıyla geleceğe taşımaktadırlar. Her ne kadar,
sazlı âşık geleneğinin yaygılılaşmasına, tekke edebiyatının ve divan edebiyatının olumsuz etkileri
olmuşsa da bu edebiyatların kalite ve tür bakımından da olumlu etkileri olduğu utulmamalıdır.

Türler, farklı hece sayılarıyla birbirlerinden ayrılsalar da esasta ezgilerle, farklı müzik
makamlarıyla ortaya çıkmaktadır. Böylece saz ve makam bu geleneğin ayrılmaz parçası olmuştur. Âşıklık
geleneğinde bir tür, değişik makamlarla icra edildiği gibi, farklı türler de farklı makamlarla icra
edilebilmektedir.

Duygu, sevgi ve gönül dünyası zengin olan Türk insanıyla bütünleşen âşıklık geleneği, başka
hiçbir ülkenin bahçesinde yeşermemiştir, yeşeremezdi de. Bu sadece Türk milletine mahsus bir
gelenektir. Beşikte annenin dudağında ninni, kadınların dilinde mani, elini kulağına koyduklarında türkü,
kahramanlık duygularında koçaklama, varsağı ölümünde ağıt olarak gönüllerden çağlayıp, aşk ve tabiat
güzelliğinden ilham alarak Türk'ün duygu hazinesinde günümüze kadar taşımıştır.

Âşıkların birer sazı vardır. Söyleşileri, sazla meydana getirdikleri müzik eşliğinde, ezgilerle dile
getirmektedirler. Sazı sırtında Anadolu'nun güzelliklerinden etkilenerek nazlı nazlı akan pınarlara,
heybetiyle yükselen yüce dağlara yüceleri saran yol vermeyen kayalara, umana, baharın yeşilliğine,
göğün maviliğine, parlayan yıldızlara, gönül pencerelerini açarlar. Bazen de gökte uçan turnalara, esen
rüzgârlara sevdiğine götürmesi için mısralarını yanık yanık söylerler.

Gurbette iken sılaya, uzaklardaki sevgiliye hasretlerini seslendirir gezerler. Aynı zamanda aşkın
kaynağını bunlarda bulmuşlardır.

Âşıklar, kalemsiz arzuhal yazan, gönül kitabından dilleriyle aracısız şiir üreten sanatkârlardır.
Fıkraların, darbımesellerin hikâyeli türkülerin ustası onlardır. Bulundukları toplumun lehçelerinin
şivelerinin ve nazım şekillerinin de en iyi temsilcileridirler.

Âşık, bazen bir pir elinden bade içerek, bazen de bir usta yanında çırak olarak yetişir. Âşıklık,
onların hilkatinden, soyundan, ustalarından, öğrenme hazinesinden miras kalmıştır.

Âşıklar, gülerken, ağlarken, kızarken söylerler. "Âşıklar olmasaydı tabiat dilsiz kalırdı." diyen
âşık, ne kadar haklı söylemiştir. Tabiatın dili oldukları gibi, halkın gönüllerinin de dili olmuşlardır.24

5. Sonuç

Tarihten günümüze süren âşıklık geleneği, çeşitli dönemlerde inişli çıkışlı bir seyir halinde
hayatiyetini devam ettirmektedir. Âşıklar, içinde yaşadığı toplumun duygularına, düşüncelerine tercüman
olan sanatçılardır. Bu sanatın yaşatılması için de bazı üniversitelerin konservatuar bölümlerinde Âşıklık
Sanatı bölümleri açılmalı ve âşıklık sanatının son temsilcileri de göçüp gitmeden bu sanat tekrar o eski
ihtişamlı günlerine döndürülmelidir. Rahmetli Mehmet Akif’in, bir dizesinden hareketle şöyle diyebiliriz;
sahipsiz sanatın batması haktır, sen sahip olursan bu sanat batmayacaktır.

Tarihten günümüze söz medeniyetimize büyük katkıları bulunan âşıklarımızı yaşatmanın tek yolu
âşıklık sanatını, onlardan öğrendiğimizden daha güzel bir şekilde 20. yüzyıl ve daha sonraki yüzyıllara
aktarmaktır.

Kaynaklar

ö    KANTARI Hasan, Doğu Anadolu’da Âşık Edebiyatının Esasları, Ankara 1977.

ö    KÖPRÜLÜ M. Fuat, Saz Şairleri I-V Ankara 2004.

ö    MAKAL Tahir Kutsi, Türk Halk Şiiri, İstanbul 1978.

ö    http://www.kars.gov.tr/haber/haber. 03 Ekim 2008

ö    YILDIZ Günay (Âşık) Ay Hayıf, Ankara 2003.

ö    KAYA Dr. Doğan, Âşık Edebiyatına Giriş, Bişkek 2003.

ö    ÖZSOY Bekir Sami, ÇELİK Mehmet, Manisa: 1. Âşıklar Şenliği, 2000.

ö    DİZDAROĞLU Hikmet, Halk Şiirinde Türler, TDK Yayını, 1959.

ö    GAZİMİHAL Mahmut, R., Ülkelerde Kopuz ve Tekneli Sazlarımız, Ankara 2001.

ö    ÖZDER M. Adil, Doğu İllerimizde Âşık Karşılaşmaları, Bursa 1965.

ö    KÖPRÜLÜ M. Fuad, Edebiyat Araştırmaları I, Ankara 1989.

ö    SAKAOĞLU Saim, XVI Yüzyıl Büyük Türk Klasikleri 4. Cilt, İstanbul 2004.

ö    ASLAN Ferhat, Halk Edebiyatı Kars Yöresi Aşıkları Usta Çırak İlişkisi, turkoloji.cu.edu.tr

ö    KÖPRÜLÜ M. Fuad, Edebiyat Araştırmaları, İstanbul 1989.

ö    TAŞLIOVA Şeref, Folklor ve Halk Edebiyatı Kongresi, Büyükşehir Belediyesi Yayınları,
Konya 2000.

ö    ŞAHİN Salih, Ozanlık Gelenekleri ve Doğulu Saz Şairleri, Ankara 1983.

ö    TANRIKULU N. İrfan, Âşıklar Divanı, İstanbul 1998.

89

1

Doktora öğrencisi, Azerbaycan Devlet Medeniyyet ve İncesenet Üniversitesi, Bakü.

2

   Hasan Kantarı, Doğu Anadolu’da Âşık Edebiyatının Esasları, Ankara 1977, s.8.

3

   M. Fuat Köprülü, Saz Şairleri I-V Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 42.

4

   M. Fuat Köprülü, Saz Şairleri I-V Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 23.

5

   Tahir Kutsi Makal, Türk Halk Şiiri, İstanbul 1978 s.10.

6

   http://www.kars.gov.tr/haber/haber. 03 Ekim 2008 Cuma

7

   Günay Yıldız, (Âşık) Ay Hayıf, Karahanlı Murat Yıldız Hayatı-Sanatı-Eserleri, Ankara 2003, s. 5.

8

   Tahir Kutsi Makal, Türk Halk Şiiri, İstanbul 1978, s. 12-13.

9

   M. Fuat Köprülü, Saz Şairleri I-V Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 24.

10

   Hasan Kantarı, Doğu Anadolu’da Âşık Edebiyatının Esasları, Ankara 1977, s.13.

11

   Dr. Doğan Kaya Âşık Edebiyatına Giriş, s. 3-8.Temmuz 2003 Bişkek.

12

   Bekir Sami Özsoy, Mehmet ÇELİK, Manisa: 1. Âşıklar Şenliği, 2000, s. 11.

13

   Hikmet Dizdaroğlu - Halk Şiirinde Türler, TDK Yayını, 1959, s : 177.

14

   Mahmut Gazimihal, R., Ülkelerde Kopuz ve Tekneli Sazlarımız, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001,s. 148.

15

   Age s. 143.

16

   M. Adil Özder, Doğu İllerimizde Âşık Karşılaşmaları, Bursa 1965, s.4-5.

17

   Hasan Kantarı, Doğu Anadolu’da Âşık Edebiyatının Esasları, Ankara 1977, s.11.

18

   M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I, Ankara 1989, s. 57-58.

19

   Saim Sakaoğlu, XVI Yüzyıl Büyük Türk Klasikleri 4. Cilt Ötüken- Söğüt Yayınları, İstanbul 2004, s. 369-370.

20

   Ferhat Aslan, HALK EDEBİYATI Kars Yöresi Aşıkları usta Çırak İlişkisi turkoloji.cu.edu.tr

21

   M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, C: I, 3. Ötüken Yayınları, İstanbul 1989, s.173-178.

22

Şeref Taşlıova, Folklor ve Halk Edebiyatı Kongresi, Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 27-28 Ekim 2000, Konya, s 17,19.

23

Salih Şahin, Ozanlık Gelenekleri ve Doğulu Saz Şairleri, Ankara 1983, s. 11.

24

Tanrıkulu N. İrfan, Âşıklar Divanı, İstanbul, 1998, s.4-6.